Mimarlık tarihî, insanlık târihiyle başlar. İlk mimari eserler Cilalı Taş Devri ile başlar. Güneybatı Asya’daki bu döneme ait kalıntıların geçmişi MÖ 10000’e kadar gitmektedir.
Bu döneme ait kalıntılar Toros Dağları’ nın güneyindeki Orta Doğu’da geniş bir alanı ifade eden Levant’ta da rastlanmaktadır. Buralardan yerleşim bölgeleri yavaş yavaş doğuya ve batıya yayılmıştır. Cilalı Taş Devri’nin ilk dönemlerine ait MÖ 8000’li yıllarda Güneydoğu Anadolu, Suriye ve Irak’ta kalıntılara rastlanmaktadır. Yemek pişirilmenin yapıldığı ilk yapılar Avrupa kıtasında ise MÖ 5500’den itibaren rastlanmaktadır. Ufak tefek istisnaları olsa da Kuzey ve Güney Amerika’da yaşayan insanlar, Avrupa’dan gelen ilk temaslara kadar Taş Devri dönemine ait yerleşim birimlerinde yaşıyorlardı.
Eski Mısır’da Mimarlık:
Nil Nehrinin çamurunu güneş ışığında kurutarak elde ettikleri tuğlalarla evlerini yapan eski Mısırlılar dinleri îcâbı, en büyük önemi mâbetlerle mezarlara vermişlerdir. Firavunları mumyalayıp içerisinde muhâfaza ettikleri dev piramitler o devrin sembolü olmuştur. Bu piramitlerin inşâsı için büyük iş gücü gerekmiştir. Aynı şey mâbetleri için de söylenebilir.
Eski Mısırlıların mâbetlerinde, kapalı bir avludan geniş bir salona girilir. Bu geniş sâhada o kadar çok sütun vardır ki geriye pek az boşluk kalmıştır. Çok az yağmur yağan Mısır’da bu sütunların üzeri de taştan düz bir çatı ile gereksiz yere örtülmüş, içeriye güneş ışığının gelmesi önlenmiştir.
Mezopotamya’da Mimarlık:
Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı Mezopotamya’da çamurun kurutulmasıyla îmâl edilen kerpiç veya tuğla, başlıca inşâat malzemesidir. Bâbil ve Sümerlerde kemerli inşâ tarzı gelişmiştir.
Asurluların ise sarayları meşhurdur. Tek katlı olan bu saraylarda odaların çoğunu dar koridorlar teşkil eder. Asurlular, şehirlerin etrafını da surlarla çevirmişlerdir. Mezopotamya’nın bu eski şehirleri, zamanla toprak altında kalmıştır.
Yunan Ve Roma Mimarlığı:
Mısır ve Mezopotamya mimarîsinin tesiri eski Yunan’da da görülür. Kereste, çamur ve taşın yanı sıra mermer de inşaat malzemesi olarak kullanıldı. Mısır’daki düz çatıların yerine az eğimli çatılar yapıldı. Yunan tapınaklarında topluca ibadet edilecek geniş kısımlar yoktur. Tek kişilik küçük hücrelerin yer aldığı bu tapınakların dış kısmında yer alan üstü kapalı avlularda tanrılarına kurban keserlerdi.
Eğlenceyi çok seven Yunanlılar birçok açık hava tiyatrosu yapmışlardır. Bu tiyatrolarda dâireye benzer şekildeki sahnenin etrâfında merdiven basamağı gibi kat kat oturma yerleri çepeçevre inşâ edilmiştir.
Romalılarda Mimarlık:
Geniş memleketlere hâkim olduklarından büyük şehirler kurdular. Bu şehirlere kemerler üzerinden su getirdiler. Roma’nın hamamları da meşhurdur. Bu hamamların zemin ve duvarları mermerle kaplanmıştır. Romalılar bunlardan başka gladyatörlerin mücadelesini seyredip eğlenmek için, Yunanlıların tiyatrolarına benzer yapılar inşa (bilgi yelpazesi.net) etmişlerdir. Bütün bu inşaatlarda mahallî malzemelerin yanı sıra deniz ve karayolları ile uzak memleketlerden de çeşitli malzemeler getirip kullanmışlardır.
İlk Müslümanlarda Mimarlık:
İslâmiyet’in gelmesiyle büyük bir medeniyet kuran Araplar, her sâhada olduğu gibi mîmârlıkta da eşsiz eserler verdiler. Dünyaca tanınmış düşünürlerden Hrischfeld; “Hiçbir millet, Arapların İslâmiyet’i kabul etmeleriyle medeniyete girmesi derecesinde hızla uygarlaşmamıştır.” demektedir.
Müslümanlar, kısa zamanda Hindistan’dan İspanya’ya kadar uzanan, üç kıta üzerine yayılmış geniş toprakları, bu yeni kültürün eserleriyle süsleyip damgalarını vurdular. Bu eserlerini meydana getirirken, o güne kadar çeşitli milletler tarafından kullanılan mimarî usullerini en iyi şekilde tatbik ettikleri gibi, daha evvel görülmemiş birçok yeni teknikler geliştirip dünyaya tanıttılar.